25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nü geride bıraktık ve bir sonraki ayrımcılığa karşı kutlanacak özel güne kadar markaların bir kısmının sessizliğini koruyacağı, bir kısmının ise kapsayıcı pazarlama stratejileri gereği iletişimine devam ettiği projeleriyle ilerleyeceği noktadayız.
2022 Deloitte Küresel Pazarlama Trendleri raporuna göre “kapsayıcı pazarlama” 2022’nin en önemli 7 trendinden ikincisi olarak belirlendi. Bu rapora göre toplulukların artan çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık ihtiyaçlarına doğru yanıtı veremeyen organizasyonlar, hem bugünün hem yarının müşterisini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalacaklar.
Markaların özel günlerde yayınladığı içeriklerden fazlasını yapması gerektiğini hepimiz biliyoruz. Tüketici olarak da, ürünlerini ya da hizmetini aldığımız ve/veya sayfalarını takip ettiğimiz firmalardan da bunu bekliyoruz.
Mount Saint Mary’s Üniversitesi Geena Davis Medyada Cinsiyet Enstitüsü ve J. Walter Thompson New York, Google.org tarafından finanse edilen “Unpacking Gender Bias in Advertising” araştırması geçtiğimiz yıllarda yayınlanmış ve bu araştırmada Cannes Lions arşivinden 2.000’den fazla İngilizce reklam filmi, cinsiyet eşitliği boyutuyla analiz edilmişti.
Kozmetikten sigortaya 33 farklı kategoride reklam filminin incelenmiş ve kadınların reklamlardaki tüm karakterlerin yalnızca üçte birini oluşturduğu sonucuna varılmıştı. 2006 yılında karakterlerin % 33,9’u kadınken 2016’da bu sayı ancak % 36,9’a ulaşabilmişti.
Kadınların ekran başında kalma süreleri ve reklamlardaki konuşma sürelerine gelince 10 yılda istatistiksel olarak bir değişiklik gözlemlenmedi.
Kadınların satın almada daha baskın olduğunu biliyoruz ve bunu da göz önünde bulundurduğunuzda erkek sesinin reklamlarda daha fazla olması epeyce şaşırtıcı değil mi?
Wunderman Thompson Intelligence’ın araştırma verilerine göre ise 16 – 24 yaş arasındaki Z kuşağı da dediğimiz kitlenin cinsiyet eşitliği konusundaki yaklaşımlarının sonuçları ise şöyle:
- Çok çeşitli kimlik ve deneyimleri kabul eden bir marka isteyenlerin oranı %76
- Kim olduklarını anlayan bir markayı seçmek isteyenlerin oranı %60
- Onları anlayan bir marka isteyenlerin oranı %73
- Onlar için önemli konuları ele alan bir marka isteyenlerin oranı %72
- Paralarının inandıkları bir markaya gitmesini isteyenlerin oranı %79
- Satın aldıkları markayı hissetmek isteyenlerin oranı %76
Bu çarpıcı sonuçlara göre Z kuşağının satın alım gücü arttıkça, iletişiminde cesurca adımlar atmak istemeyen markaların büyük kısmının kan kaybedeceğini tahmin etmek hiç de zor olmayacak.
Peki markaların genel olarak ayrımcılığa karşı nasıl bir rol üstlenmesi gerekiyor?
Elbette markanın kimliğine ve temsil ettiği değerlere bağlı olarak bu rol değişecektir. Fakat kapsayıcı bir iletişimi benimseyen markaların reklam kampanyalarını engelli bireyleri, kadınları, LGBTİQ+ bireyleri ve ayrımcılıktan nasibini almış olan tüm insanları da gözeterek şekillendirmesi gerekmektedir.